Hale Asaf, 1905 senesinde İstanbul’un Kadıköy beldesinde dedesi Doktor Rasim Paşa’nın konağında dünyaya gözlerini açtı.
Babası, Abdülhamit devri temyiz reislerinden Salih Bey, annesi Enise Hanım’dır. Babasının babası Asaf Paşa, Sultan Abdülhamit’in yaveri; annesinin babası Çerkez Ahmet Rasim Paşa ise Askeri Tıbbiye Okulu’nun tanınmış hocalarından bir anotomi uzmanıdır.
Hale Asaf, bebeklik çağında köpeklerden geçen bir hastalık sebebiyle 1910 senesinde ciğerlerinden bir hayli önemli ameliyat geçirdi; ömrü boyunca bu hastalıkla mücadele etmesi gerekti.
Hale Asaf, İlk öğrenimi evde özel olarak gördükten sonra orta öğrenimini Notre Dame de Sion’da bitirdi. Dil öğrenmeye kabiliyeti vardı. İngilizce, Rumca, Fransızca öğrendi.
1919 senesinde anne ve babsı ile birlikte Roma’ya, teyzesi Mihri Müşfik Hanım’ın yanına giderek ilk resim derslerini aldı, İtalyanca öğrendi. 1920’de Paris’e, Montparnasse’a gitti. Namık İsmail’in öğrencisi oldu.
1921 senesinde sanat eğitimi almak üzere ailesi onu Berlin’e gönderdi. O yıl hastalığı nüksetti ve bir göğsü alındı. Sınavını kazandığı Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenime başladı; Prof. Von Arthur Kampf’ın öğrencisi oldu. Bu okulda 1923 senesinde Fikret Mualla ile sınıf arkadaşı oldu. Aynı yıl, kısa bir süre için Berlin’e gelen Ali Avni Çelebi ile görüştü. 1924 senesinde Berlin’de iken yaptığı portreler ünlü sanat dergilerinde yayımlanınca ilk defa adı duyuldu.
Okuldaki son yılı sıkıntılı geçti. Babası, Kurtuluş Savaşı sonrasında siyasi nedenlele ülkeyi terkedip kardeşi Cemal Bey ile birlikte Mısır’a kaçtığı için geçim sıkıntısı çeken Hale Salih, 1924 yılı Nisan ayında İstanbul’a döndü.
1924- 1925 senelerında İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Feyhaman Duran ile İbrahim Çallı’nın öğrencisi oldu.
Salih Bey’in Mısır’a kaçışından sonra anne ile babası ayrılmıştı (Annesi Enise Hanım bu ayrılıktan sonra İsviçre’ye gidecek ve orada Bâle Sanatoryumu’ndaveremden ölecektir); Hale Hanım, 1925 senesinden bu yana babasının adı “Salih”in yerine dedesinin adı “Asaf”’ı kullanmaya başladı.
1925’in Ocak ayında Avrupa konkurunu kazandı. Bu sınavı kazanıp Avrupa’ya eğitime gönderilen ilk kadın sanatçı idi. 1926 Ocak ayında Maarif Vekaleti aracılığıyla Almanya’ya gönderildi. Münih’te, Lovis Corinth’in öğrencisi oldu. 1926 senesinde İtalya’ya giderek ciğerlerindeki kistleri aldırdı. 1926’nın Temmuz-Ağustos aylarında Galatasaray Sergileri’ne portreleriyle katıldı.
1927 senesinde Paris’e, dostları Refik Epikman, Cevat Dereli, Mahmut Cuda, Nurullah Berk, Ratip Aşir Acudoğlu, Muhittin Sebati, Ali Karsan, İsmail Hakkı Oygar, Ali Hadi Bara, Fahreddin Arkunlar, Şeref Akdik’in yanına gitti. 1927 yılı ile 13 Ağustos 1928 tarihleri içinde Académie de la Grande Chaumiére’ye devam ederek, André Lhote’un öğrencisi oldu. Bu zamanda Paris’te seramik eğitimi almakta olan İsmail Hakkı Oygar ile nişanlandı. Çalışmalarını Oygar ile birlikte Paris’te Grande Chaumiere Atölyesi’nde sürdürdü. Matisse ve Duffy’den özel dersler aldı. 1928’de Paris’te Expose á la Nationale’e katıldı.
13 Ağustos 1928 tarihinde Cevat Dereli, Muhitin Sebati, Refik Epikman, Mahmut Cuda, Ratip Aşir Acudoğlu ile birlikte Tadla vapuruyla Paris’ten İstanbul’a döndü. Gazeteci-ressam Elif Naci, onlardan birkaç gün önce İstanbul’a döndüğü için Şeref Kamil (Akdik) ve birden çok sanatçı aracılığıyla karşılandı. Dönüş haberleri, Elif Naci’nin gayretleriyle 14 Ağustos 1928 Salı günkü Milliyet Gazetesi’nde yer aldı.
Eşi İsmail Hakkı Oygar, İstanbul’da olmasına rağmen 1928 Eylül ayında okulların açılmasıyla Hale Asaf Bursa Kız Öğretmen Okulu’na resim öğretmeni olarak atandı. 1929’da Bursa Necati Bey Kız Sanat Enstitüsü’nde Fransızca derslerini de üstlendi.
15 Nisan 1929’da Ankara Etnografya Müzesi’nde açılan I. Genç Ressamlar Sergisi’ne altı yapıtıyla katıldı.
15 Temmuz 1929’da Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin kurucuları içinde bulunan Hale Asaf, böylelikle ilk kadın kurucu unvanına da hak kazandı.15 Eylül 1929’da Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin İstanbul Türk Ocağı Sergisi’nde portreler ve Bursa manzaralarını sergiledi.
Yaşamının büyük bölümü yurtdışında geçen Hale Asaf, Bursa’da çevreye uyum sağlamak ve resim çalışmalarını sürdürmekte zorlanıyordu. Bursa Çorapçılar Çarşısı’nda resim yaparken, bir kadının resim yapmasını yadırgayan kalabalık aracılığıyla saldırıya uğramış ve korkudan bayılmıştı. Bu olayın etkisinden kurtulamadı. 1929 sonunda Mahmud Cuda ile görev değişimi yapması Bursa’daki mutsuz yaşamına bir çözüm oldu. Hale Asaf, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde eski hocası Namık İsmail’in yanında öğretmen yardımcısı olarak vazifeye başladı. Mahmut Cuda da Bursa Kız Öğretmen Okulu’’a gitti.
1 Aralık 1929’dan 1931’in sonlarına kadar, Fikret Adil’in Asmalımescit No:47’de bulunan ve Asmalımescit 74 adlı kitabının da mekânını oluşturan çatı katı, birden çok genç sanatçı gibi Hale Asaf’ı da ağırladı. Ne var ki sanatçı, akademide yer almasına ve eşinin yanında bulunmasına rağmen mutsuzluğunu ve bunalımını üzerinden atamayarak eşini ve Akademideki görevini bırakıp son kez Paris’e gitti.
Hale Asaf, 1931 yılı sonlarında Paris’e giderek gözlerinden ameliyat oldu. Bu arada, bundan sonraki yaşamını birlikte sürdüreceği İtalyan edebiyatçı Antonio Aniante ile tanıştı. Aniante’nin Paris’te kalma teklifini kabul eden Hale Asaf, ilk etapta bir otel odasına yerleşti ve Aniante’nin müdürlüğünü yapmakta olduğu Galerie-Librarie Jeune Europe’ta çalışmaya başladı. Daha sonra Aniante’nin Leopold Robert Sokağı’nda, 32 no’lu dairesinde birlikte yaşamaya başladı.
1934 senesinde Aniante’nin galerisi Jeune Europe kapandı. Aniante, Mussolini aleyhine yazdığı kitapları sebebiyle yasaklı yazar halini aldı. Çiftin ekonomik durumu git gide bozuldu. Sıkıntılı günler, Hale Asaf’ın Arnavutluk Kralı Ahmet Zogu’nun bir portresini yapıp göndermesine kadar sürdü. Birkaç ay sonra 5000 franklık bir çek ve övgü dolu mektup gelince ferahlayan sanatçı, çocukluğundan kalma hastalığın nüksetmesi ve kansere dönüşmesi ile büyük sıkıntılar yaşadı. 31 Mayıs 1938 yaşamını yitirdi. Cenazesi Thiasi Mezarlığı’na toprağa verildi.
Ölümünden sonra büyük bir kısmı Aniente’de kalan fotoğrafların akıbeti belirsizdir. Resimlerin bir kısmı 2. Dünya Savaşı sırasında kaybolmuş, geri kalanların bir kısmı Türk koleksiyonerlere satılmıştır. 2001-2002 senesinde yapılan bir araştırmada sanatçının 21 portre gerçekleştirdiği bunlardan 10’unun günümüze ulaştığı; 13 Bursa manziçinden onunun; 5 Paris manziçinden birinin ve bir de genel manzaranın günümüze ulaştığı bilinmektedir.